MALİ SİSTEMDE BÜTÜNLÜK SAĞLANMASININ YOLSUZLUKLA MÜCADELEDEKİ ÖNEMİ

I- GİRİŞ

Kişisel çıkarların toplum menfaatleri ile sürekli ve dengeli olarak uzlaştırılması konusundaki zorunluluk hukuk ve ahlak kurallarını oluşturmuştur. Bu kurallara aykırı olarak kişisel çıkarların toplum menfaatlerine üstün tutulması yolsuzlukların kaynağını teşkil etmektedir.
Uzun süredir ülkemizin gündeminde bulunan enflasyon, savurganlık ve yolsuzluklar esas itibariyle birbiri ile yakın ilişkisi bulunan toplumsal hastalıklardır. Bu hastalıklar başlangıçta mükemmel olduğu halde alınan günübirlik tedbirlerle bozulan mali sistemimiz tarafından desteklenir hale gelmiştir.
Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Teşkilatı (INTOSAI) tarafından desteklenen ve Ekim 1996 ayında Viyanada düzenlenen ; Yolsuzluklarla ve kötü yönetimlerle mücadelede Sayıştayların Rolü konulu seminerde mali yönetim ile yolsuzluklar arasındaki ilişki üzerinde önemle durulmuştur.
Nitekim bu seminerin açılış konuşmasında kamu kaynaklarındaki bireysel vurgunculuğun diğer bir ifadeyle yolsuzlukların,
* Dünya ölçüsünde tüm ülkeleri etkilemesi mümkün ve giderek artan evrensel bir problem olduğu,
* Hukuk kurallarına olan güveni kaybettirdiği,
* İş ahlakını ve rekabet anlayışını olumsuz yönde önemli olarak etkilediği,
* Mali yönetimin yasal temelleri üzerinde baskıya sebep olduğu,
* Kamu menfaatlerini yavaş yavaş zarara uğrattığı,
* Yolsuzluğa sebep olan uygulamaların yeni daha fazla yolsuzluk yapılmasına neden olduğu,
Belirtildikten sonra geçmiş örneklerde görüldüğü üzere ekonomi ve yönetim sisteminin çökmesine neden olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Bu nedenle tebliğimizde, doğrudan yolsuzluklar üzerinde durmak yerine, adeta çökme noktasına gelen ve yolsuzlukların yapılmasına imkan sağlayan mali yönetim sistemimize dikkat çekmekle yetinilecektir .

I- CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA MALİ YÖNETİM

Bilindiği üzere mali sistemimizin ana esasları 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ile belirlenmiştir.
Klasik mali düşüncenin egemen olduğu 1927 yılında yürürlüğe konulan 1050 sayılı Kanunu, Devlet faaliyetlerinin çeşitlenmediği ve işlem hacminin nisbeten düşük olduğu yer veya zamanlar için mükemmel olarak nitelemek mümkündür.
Bu Kanunla mali yönetim, tamamen bütçe disiplini altına alınmış, hükümetin gelir toplama ve gider yapma yetkisi halkın vekillerine yani yasama organının iznine bağlanmıştır.
Açık olarak ifade edilmese de 1050 sayılı Kanun, yatırım önceliklerinin belirlenmesi, kamuda verimliliğin sağlanması ve savurganlığın önlenmesi gibi yönetsel hususlarda Büyük Millet Meclisinin yetkili ve yeterli olacağı varsayımına dayanmıştır. Diğer bir ifade ile "Bütçe bir kanundur - Kanunun çıkarılması sırasında her şey düşünülmüştür - Uygulama, gereği gibi yapıldığı taktirde işler düzgün gider" düşüncesi 1050 sayılı Kanunun ana fikrini oluşturmaktadır.
Bu nedenle de 1050 sayılı Kanunla bütçe uygulayıcılarına verilen görev, sadece hukuka uygunluğun sağlanması ve bu meyanda da yolsuzlukların önlenmesi ile sınırlıdır. Uygulayıcılara performansın takibi yönünden herhangi bir sorumluluk yüklenmemiştir.
Gerçekten de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki uygulamalara bakıldığında günümüzdeki bir vilayetin gelir ve gider büyüklüğüne denk gelen bütçenin hazırlanması, kabulü ve kesin hesabının çıkarılmasında Yasama Organının bu vazifeyi gereği gibi yerine getirdiğini tesbit etmek mümkündür.
O yıllarda program ve performans bütçe uygulaması henüz literatürde yer almadığı için bütçeler haliyle klasik bütçe esaslarına göre hazırlanmıştır. Demiryolları, Posta İdaresi, Tekel gibi kalkınma için önemli ve öncelikli programlar genel bütçe dışında katma bütçe adı altında idare edilmiş, resmi dairelerin ellerindeki kaynakların atıl kalmamasını teminen de (kârları genel veya katma bütçeye irat kaydedilmek üzere) döner sermaye işletmelerinin tesisi uygun görülmüştür.



Mahalli idareler yani özel idareler ve belediyeler için de genel esaslara paralel olarak Kanundaki tabiri ile "hususi bütçe"lerin düzenlenmesi kabul edilen diğer husustur.
1050 sayılı Kanunla mal muhasebesinin, nakit muhasebesinden ayrı olarak düşünülmesi, üzerinde önemle durulması gereken konulardan birisidir. Bu husus, bütçe dahilinde takibi mümkün olmayan mal işlemlerinin, bütçe uygulamasına hasredilmiş olan nakit muhasebesi dışına çıkarılması fikrine dayanmaktadır. Ancak bu tercih, bütün Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman mal kesin hesabının çıkarılamamasına neden olmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında benimsenen ve halen yürürlükte bulunan 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun kapsamının en önemli istisnası ise Kamu İktisadi Teşebbüsleridir. Zamanının şartları gereğince ekonomik kalkınma için zorunlu görülen Devlet işletmeciliği düşüncesi çerçevesinde kurulan az sayıdaki KİT'ler bütçelerini özerk olarak yapmaya yetkili kılınmışlardır. Ancak taşıdıkları önem nedeniyle yaptıkları her faaliyetle göz önünde bulunan bu işletmeler üzerindeki Yasama kontrolü başlangıçta genel ve katma bütçeli idarelerden de daha etkin bir şekilde yapılmıştır. Ancak başlangıçtaki önceliklerini kaybetmeleri, sayılarındaki aşırı artış, faaliyet sahalarındaki fuzuli çeşitlenme sonunda bu alanda kontrolün kaybedilmesi kaçınılmaz olmuştur.

II- 1050 SAYILI KANUN İLE ÖNGÖRÜLEN İÇ KONTROL MEKANİZMASI

Halen yürürlükte bulunan 1050 sayılı Kanunun diğer bir önemli özelliği, hukuka uygunluğu sağlamak ve yolsuzlukları önlemek amacıyla çok sıkı bir iç kontrol mekanizması öngörmesidir.



Şekilde gösterildiği üzere,
- Hükümet tarafından hazırlanan bütçe tasarısının, Yasama organı tarafından kabul gördükten sonra Kanun olarak yürürlüğe girmesi,
- Bütçede yer alan ödeneklerin, Sayıştaya vize ettirilmek üzere ilgili birimlere dağıtılması,
- Bütçe uygulayıcıları tarafından ise, giderlerin; taahhüt, tahakkuk, ita emri ve tediye aşamalarından, gelirlerin ise tarh, tahakkuk ve tahsil aşamalarından geçirildikten sonra yapılabilmesi, -Yapılan harcama ve toplanan gelirlere ait hesabın Sayıştaya verilmesi,
- Sorumlular tarafından verilen hesapların denetlenmesi sonucunda Sayıştayca düzenlenecek uygunluk bildirimlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması,
- Kesin hesap Kanununun çıkarılması,
Klasik mali sistemimizin benimsediği sıkı iç kontrol mekanizmaları ile bezenmiş "Bütçe Döngüsü"dür.
Devlet faaliyetlerinin fazla çeşitlenmediği, işlem hacminin ve parasal işlemlerin nisbeten düşük olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarında bu kontrol mekanizması hukuka uygunluğun sağlanması ve yolsuzlukların önlenmesi konusunda epey başarılı olmuştur.

III- GÜNÜMÜZDEKİ MALİ YAPILANMA


Devlet faaliyetlerinin çeşitlenmesi ve işlem hacminin artması, geleneksel mali düşüncenin bütün dünyada yerini modern mali düşünceye terketmesine rağmen 1926 yılında çıkarılmış 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununda gerekli değişikliklerin yapılmamış olmasının sonuçları aşağıdaki şekilde şematize edilmiştir.



Günümüzdeki mali yapı, Cumhuriyetin ilk yıllarında klasik mali düşünce çerçevesinde oluşturulmuş bütçe sistemine çeşitli unsurların ilave edilmesi ile oluşmuştur. Günü birlik tedbirlerle oluşan bu unsurları" kayıt dışı maliye" olarak ifade etmek mümkündür.
Kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde özel idareler ve belediyeler tarafından kurulmuş çok sayıda iktisadi teşebbüs faaliyet halindedir. Bunların toplam sayısı hiçbir kamu mercii tarafından bilinmemektedir. Ayrıca belediyelere mevdu taşıma, su, kanalizasyon gibi görevleri yerine getirmek üzere kurulmuş ve belediyelerin katma bütçesi gibi faaliyet gösteren çok sayıda kurum da bulunmaktadır.
Yerel idareler ile genel ve katma bütçeli idareleri ilgilendiren hizmetler için kurulan fonların durumunu burada açıklamaya gerek yoktur. Halen ülkemizde tarafımızdan sayılabilen 120 adet fon faaliyet halindedir. Bu fonlardan 34 adedi (ki bunların gelir ve giderleri diğerlerine göre çok fazladır.) hiç bir şekilde denetlenmemektedir. Hatta bunların mali tablo düzenleyip düzenlemedikleri dahi bizce meçhuldür.
Özellikle son on yıldır genel ve katma bütçeli idareler, kurdukları dernekler ve vakıflar ile kamu hizmetlerini bütçe dışı uygulamalarla yerine getirme yoluna gitmektedirler. Devlete ait bina ve eşyayı kullanan ve bazılarında Devlet personeli çalıştırılan bu dernek ve vakıflar, yapılan hizmetler karşılığında bağış adı altında tahsilat yapmakta, hatta vakıflar aracılığı ile işletmeler kurarak ticari faaliyette bulunmaktadırlar.
Diğer taraftan, sözü edilen idarelerde kantin, yemekhane, ev, misafirhane, kamp, kreş gibi sosyal tesisler, Devlet muhasebesi dışında çalıştırılmakta ve faiz, kira gibi gelirlerle oluşan özel hesaplarla idare edilen birçok kayıt dışı mali işlem yapılmaktadır.
Kısaca sözü edilen kontrol dışı bu unsurlar, gün geçtikçe mali yönetime egemen olmaya başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında tesis edilen genel disiplin yerini neredeyse ferdi uygulamalara bırakmak üzeredir. Kamu kesiminin ne kadar gelir elde ettiği ve ne kadar gider yaptığının hesaplanması dahi imkansız hale gelmiştir.

IV- KAMU KURUMLARININ FİNANSMAN KAYNAKLARI


Özetlenen bu manzara içinde kamu kurumları aynı anda birden fazla finansman kaynağına sahip hale gelmişlerdir. Bunların sayısı bazen yedi veya sekiz çeşide ulaşabilmektedir. Kaldı ki aynı çeşit kaynaktan birden fazla olabileceği düşünüldüğünde kurumlarının, gider yapma ve gelir toplama konusunda büyük bir serbestlik içinde bulunduklarını ifade etmek yanlış olmayacaktır.



Bu kaynaklardan, fonların büyük bir kısmı, sosyal tesisler, vakıflar, dernekler, işletmeler ve özel hesaplar hiç bir dış denetime tabi değildir. Bunların, kamu yararını gözetecek şekilde çalışmalarını sağlayacak oto kontrol mekanizmaları da henüz geliştirilmemiştir.
En önemli iç kontrol eksikliği, bu idarelerde ya hiç sayman bulunmaması ya da saymanların aynı idarenin memuru statüsünde olmasından kaynaklanmaktadır.
Hata ve suiistimallerin asgariye indirilmesindeki en önemli oto kontrol araçları, görev ve yetkilerin tek kişi elinde toplanmaması, ödeme yapılmasına veya tahsilata karar veren yöneticinin, nakde vazıülyet etmemesi ve muhasebe kayıtlarına müdahale edememesidir. Bu nedenle her idarede bir sayman bulunması ve saymanların da kurum yöneticileri karşısında belli teminatlara sahip olması gereklidir. Aksi halde kurum yöneticilerinin hatalarına ya da olası kötü niyetlerine karşı kurum menfaatinin korunması mümkün olamamaktadır.
Daha fenası suç teşkil eden fiiller için verilecek cezalardaki çelişkidir. Mevcut ceza mevzuatımıza göre genel ve katma bütçe uygulamasını ilgilendiren zimmet olayları 5 yıllık hapis cezasını gerektirirken bahse konu yerlerde işlenen aynı nitelikteki suçlar, zimmet suçu olarak değil emniyeti suiistimal suçu olarak değerlendirilmekte ve en fazla üç yıla kadar hapisle cezalandırılmaktadır.
Bir kamu idaresinin aynı anda konsolidasyonu yapılmayan birden çok bütçe disiplini içinde çalışabilmesi ve bunun yanında tamamen kontrol dışında kalmış yerlerde faaliyet gösterebilmesi yolsuzluklar için en uygun ortamı hazırlamaktadır. Ayrıca bu husus, savurganlık, enflasyon gibi toplumsal hastalıklarla mücadele imkanınını da ortadan kaldırmaktadır.
Aynı nedenle, Başkanlığımızca yürütülen denetimlerin de etkinliği büyük ölçüde azalmaktadır. Sayıştayın denetim alanının yolsuzluk riski düşük alanlardan oluşması daha doğru bir deyimle denetime tabi kurumlar tarafından kritik harcamaların bahsedilen yöntemle denetim dışı birimlerine kaçırılması nedeniyle Sayıştayca yürütülen denetimden beklenen neticeler tam olarak elde edilememektedir.
Aynı amaç için değişik kaynakları kullanma serbesti ve rahatlığı, idareciye etkin hizmet verme imkanını bahşediyor şeklinde düşünülebilir ise de; makro bakış açısıyla bu imkanın, bütçe disiplininden beklenen tüm faydaları da ortadan kaldırdığını burada vurgulamayı gerekli görüyorum.

V- GENEL DURUM

Klasik mali düşünce tarafından benimsenen bütçe ilkeleri arasında en önemli olanlarından birisi " bütçe birliği" ilkesidir. Ancak yabancı ülkelerde olduğu gibi ülkemizdeki bütçe uygulaması da göstermiştir ki bu ilkenin istisna tanımadan yerine getirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle hedef, bütçeyi en kapsamlı hale getirmek olmalıdır. Ancak zorunlu nedenlerle yapılacak bütçe dışı uygulamalar için konsolidasyona imkan tanıyan birbiri ile uyumlu muhasebe düzeninin ve ülke düzeyinde iç kontrol mekanizmalarının tesisi zorunludur.



Mali yönetimde Devlet ciddiyetinin sağlanmasının vazgeçilmeyen en eski metodu, kamu kaynakları üzerinde tasarruf etmeye yetkili olanların hesap vermekle yükümlü tutulmalarıdır. Günümüzde bu yükümlülük kaynakların verimli, etkin ve tutumlu olarak kullanılıp, kullanılmadığını da içermektedir.
Oysa ülkemizde, kamu kaynaklarını kullandıkları halde bunun hesabını vermekle yükümlü tutulmayan bir çok sorumsuz yönetici bulunmaktadır. Hesap verme mükellefiyetine ilişkin istisna getirme yetkisi kanun koyucuya ait olduğu halde, günümüzde yöneticiler, kurumlarına denetim dışı yeni finans kaynakları yaratarak bu sorumluluktan bizzat kaçınabilmektedirler.
Medeni bir mali yönetimin hedeflerini dört başlık altında sıralamak mümkündür.
Bunlardan birincisi, hukuk kurallarına uygunluğun sağlanması;
İkincisi, hata ve yolsuzlukların önlenmesi;
Üçüncüsü, kaynakların verimli, etkin ve tutumlu olarak kullanılması;
Dördüncüsü ise güvenilir idari ve mali verilerin hazırlanması ve bunların uygun periyotlarla rapor edilmesidir.
Bu dört hedefin hepsi birbirinin tamamlayıcısıdır. Tek başlarına yerine getirildikleri zaman kamu yararı açısından pek anlamlı olmama ihtimalleri yüksektir.
Sayılan bu hedeflerden, ülkemizde en az dikkate alınan performans konusudur. Genelde işlemlerin hukuka uygunluğu ile iktifa edilen bütçe uygulamasının performans sorumluluğu ile desteklenmesi zorunlu hale gelmiştir.



Teşkilatı, çalışma esas ve usulleri, bağımsızlığı ve teminatları günümüzde uluslararası standartlarla belirlenen ve meslek mensupları tarafından icrası zorunlu bulunan denetimin durumu da haliyle mali yönetim sistemindeki karmaşadan farklı değildir.
Mevcut uluslararası standartlardan hareket edildiğinde denetimi; iç denetim, dış denetim ve yüksek denetim olarak üç başlık altında sınıflandırmak mümkündür. Bu denetim çeşitlerine ait standartlar incelendiğinde tümünün aynı esas ve usullere tabi olduğu görülmektedir. Ancak bu çeşitlemenin yapılması her denetim türünün zorunlu olarak içinde barındırdığı zayıflıkların önlenmesidir.
İç denetim, iş, işlem ve olaylara daha yakın bakma imkanına sahipken bağımsızlık ve denetim alanının ilgili kurum ve kuruluşla sınırlı kalması bakımından bazı zayıflıkları bünyesinde barındırmaktadır. Serbest bağımsız denetçiler eliyle yürütülmesi gereken Dış Denetim, ülkemizde yeni gelişmeye başlamıştır. Parlamento adına yürütülen yüksek denetimde ise denetim alanı bakımından ciddi engeller ve tutarsızlıklar bulunmaktadır.
İç denetimin, İç Denetçiler Enstitüsü; Dış denetimin TURMOB bünyesinde örgütlenmesi takdirle karşılanacak girişimlerdir. Ancak denetim her nekadar bu faaliyeti gerçekleştirenlere göre üç başlık altında sınıflandırılsa dahi iç, dış ve yüksek denetim sonuçta denetim mesleğinin parçalarıdır. Bu nedenle önerimiz tecrübelerin paylaşılması, denetim programlarının yapılmasında koordinasyon, denetim birimleri arasındaki zarar verici rekabeti işbirliğine dönüştürme, ortak eğitim programlarının yapılabilmesi, denetim birim ve organları ile denetçilerin bağımsızlığının teminat altına alınması konularında hizmet vermek üzere Sayıştay Başkanınının başkanlığında bütün denetim birim ve organizasyonlarını kapsayacak bir Milli Denetim Şürasının oluşturulmasıdır.

SONUÇ


Yolsuzlukların ve yolsuzluk söylentilerinin artışındaki en önemli etken, mali sistemdeki bütünlüğün bozulmuş olmasıdır. Mevcut yapılanma, yolsuzluklarla birlikte enflasyon, savurganlık, hukuka aykırılık gibi toplumsal hastalıkları önlemekten çok bu hastalıkları üretmeye yönelik hale gelmiştir.
Kamu kaynakları üzerinde tasarruf yetkisi olduğu halde hesap vermekle yükümlü tutulmayan, bütçe disiplininden arî kılınmış, gelir ve giderleri konsolide edilmeyen, iyiniyetten başka hiç bir iç kontrole sahip olmayan ve hiç bir şekilde denetlenmeyen kamu kurum ve kuruluşları veya bunlarla ilgili özel hesaplar bulunduğu sürece yolsuzluk iddialarının önüne geçilmesi, bu konuda kamu güveni ve düzeninin sağlanması ve hatta savurganlığın, ekonomik istikrarsızlıkların, yasa dışı uygulamaların da önüne geçilmesi mümkün görülmemektedir.
Ekonomik istikrarın sağlanması ve yolsuzluklarla mücadele amacıyla sağlam bir maliye politikasının uygulanması lüzumunun hissedildiği bu dönemde, mali sistemimizde bütünlük sağlamak ve bütçe denkliği yerine mali denklik anlayışını yerleştirmek üzere 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun yerine istisnasız bütün kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayan ve uluslararası düzeyde kabul görmüş muhasebe, iç kontrol ve denetim standartlarına uygun bir genel mali yönetim yasasının çıkarılması asli çözüm olacaktır.

 

Cengiz AYTAR

T.C. Sayıştay Başkanlığı

Uzman Denetçi

caytar@yahoo.com